Kadınların şiddetle sınavı bitmedi

  • 8 Mart 2019 12:00

Ülkemizde kadın daima gündem oluyor. Gördüğü şiddetle, uğradığı istismarla ya da dramıyla… Eşitlikten uzak ve hatta kadını ötekileştiren birçok şeyle mücadele edilmesi gerekirken söz konusu mücadele olunca “birlikte olmak” kaçınılmaz oluyor. Bu yazıda, mücadelede destekçileriniz var.

Kadın cinayeti, cinsel şiddet, çocuk istismarı gibi kadın ve çocuklara yönelik suçlara dur demek için 2010 senesinden bu yana çalışmalarına mücadele ve dayanışma ile devam eden Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, iller, ilçeler, üniversitelerde çalışmalarını yürütüyor, düzenlenen toplantılarda sorunlar ve çözümler üzerine konuşuyor, davaları takip ediyor. Erkek şiddetini engellemek için her görüşten, yaştan, gelir düzeyinden, eğitim seviyesinden, birbirinden farklı kadınların bir araya gelmesi ile Kadın Meclisleri kurularak kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerini durdurmak için neler yapabileceğimizi birlikte konuşursak ilerleyebileceğimize inanan oluşum, bu zemini kurduktan sonra birlikte yapabileceğimiz çok şey olduğunu ifade ediyor. Dayanışma ile pek çok şeyin başarılabileceğini belirten Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, kadınların haklarını öğrenebileceği, bu hakları kullanmak üzere harekete geçebileceği, bir araya gelerek güçlenebileceğini vurguluyor.

Kadınların sesini nasıl duyuracağını bilemediği anlar oluyor. Hatta gündemde böyle çok kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet haberi varken birçok kişi de kadınların yanında olmak ve onlarla mücadele etmek istiyor. Türkiye çapında kurulan dernek ve federasyonlar, kadınların örgütlü mücadelesinin mihenk taşlarından olurken; buralarda yapılan çalışmalarla kadınlar bilinçleniyor, haklarını arıyor ve mücadelesinde yalnız olmadığını hissediyor. 1976 yılında kurulan Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF), sanat, siyaset, kadın ve uluslararası işbirliği çalışmalarına odaklanmış birleşik felsefe olarak biliniyor. Dernek, kadına şiddet ile ilgili şöyle bir görüş paylaşıyor: “Eğer siz kadını birey olarak göremezseniz ve onu ikincilleştirilen yasal mevzuatlarda ve uygulamalarda özen göstermezseniz şiddet kaçınılmaz olur. Okula göndermezsiniz ayakları yere sağlam basan kadınlar oluşturamazsınız. Birey olmayı bilmeyen kadınlar ekonomik olarak kazanç sağlamadıkları zaman kendilerine yönelen şiddetle mücadeleye karşı koyamazlar. Okula gönderilmeyen erken yaşta evlendirilen çocukların bedenlerinde yaşanan travmalar ayrı, hayata dair mücadele güçleri eksiktir. Toplumsal ve geleneksel bakış açısı kadını ailenin bir mütemmim cüzü olarak görmeye devam ettiği, eksik etek diye nitelemeye çalıştığı sürece bu şiddete tanıklığımız devam edecek. Aile içinde başlayacak çocukları cinsiyetine göre ayırma ve değerleme, kız çocuklarına getirdiğimiz yasakları erkek çocuklarına özgürlük alanı olarak sunduğumuz müddetçe bu şiddet azalmayacak. Evet, önleyici olarak yasalar var ancak toplumsal zihniyet dönüşümü sağlamadığımız için bu acılara tanıklık ediyoruz. Bu tanıklığımız, geleceğimizi de ipotek altına alıyor. Anneleri babaları tarafından şiddete uğrayan ve tanıklık eden çocuklar, yine bu şiddetin annelerini babaları tarafından öldürülmesine de tanıklık edildiğinde yaşadığı ruh halini göz önüne getirin ve düşünün felaketi.”

Kadınları toplumda ötekileştiren, ayrıştıran hatta her şeyin dışında olması gerektiğini empoze etmeye çalışan bir gündemimiz olduğu aşikar. Sanattan siyasete, spordan iş yaşamına kadar kadınların daha aktif olduğu bir dönemden böylesi bir döneme geldik… Osmanlı’da kadınların eşitlik mücadelesinden Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün siyasal zırhları ile sarılmış ve Cumhuriyet kazanımları ile çağdaş modern ve eşitlikçi bir yapı oluşmuştu. Ancak sözde din insanlarının ve siyasetin hedefinde olan kadınlar, erkek egemen bir yapı içine itelenmeye çalışıldı uzun yıllardır. Ancak son yıllarda çağdaş yaşamdan hızla uzaklaştırılan bir düşünce yapısı ile karşı karşıya kalan kadınlara tahakküm artarken bir tarafta da teknolojik olarak gelişim kadınların güncel hayatın içinde olmasını sağlayacak sosyal platformlara taşıdığı için zıtlaşmalara meydana geldi.

Kadına şiddetin birden çok boyutu var. Sadece fiziksel değil psikolojik ve cinsel şiddet de ülkemizdeki kadınların sıklıkla maruz kaldığı elim olaylardan. 2014 yılında kurulan ve cinsel şiddet ile tecavüz kriz merkezleri alanında savunuculuk çalışmaları yürüten Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği ise cinsel şiddeti daha görünür, konuşulur ve tartışılır kılmayı amaçlıyor. Dernek ayrıca toplumda var olan “mağdur/kurban” algısını yıkarak, cinsel şiddetten hayatta kalan için güçlendirici bir dil ve algı oluşmasını ve bu algının yaygınlaşmasını hedefliyor. Yola çıktığı günden bugüne, cinsel şiddetle ilgili toplumda var olan en temel yanlış inanışları değiştirmek ve toplumsal iletişimi sağlamak üzere düzenli olarak poster, broşür, sticker, video gibi bilgilendirici görsel içerikler üreten Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği, cinsel şiddetle ilgili temel kavramlar ve mücadele biçimleri üzerine atölyeler, tartışmalar, sempozyumlar, kampanyalar düzenleyerek gençlere, yetişkinlere, meslek uzmanlarına, sivil toplum örgütlerine ve üniversitelere ulaşıyor. Şiddet ortaya çıkmadan önlemek üzere çalışmalar yürüten dernek, kurumları, örgütleri, üniversiteleri ve iş yerlerini; kendi cinsel şiddeti önleme mekanizmalarını, metinlerini oluşturmaları konusunda harekete geçirmeye çalışıyor. Kavramlar aslında pratikte birçok yanlış anlaşılmaya sebep olabiliyor. Örneğin cinsel şiddet, cinsellik görünümlü şiddet biçimlerinin tümünü ifade eden şemsiye bir kavramdır. Kişinin rızası olmadan, rızası inşa edilerek ya da rıza gösteremeyeceği koşullarda, örneğin madde ya da alkol etkisi altında, fiziksel ya da zihinsel açıdan rıza göstermekte yetersiz kalabileceği durumlarda, katılmaya zorlandığı ya da ikna edildiği her türlü cinsel eylem ve hareket için kullanılır. Yine kişinin cinsel varoluşuna yönelik yargı, suçlama, aşağılama, kıyaslama ve ayrımcılık içeren söz ve yaklaşımlar da cinsel şiddet şemsiyesi altında sıralanabilir.

Bu haber ilgini çekebilir ->  Konak’ta işçinin yüzünü güldüren sözleşme

“Rızası vardı”, “O saatte orada ne işi vardı”, “Ne giymiş”… Maalesef ki böyle söylemlere sıklıkla maruz kalıyoruz. Ve yine maalesef ki olayları meşrulaştırma noktasında sığınılan bu ve benzeri pek çok söylem de gündemde. Yıllar boyunca eğitimde, kültür-sanatta, mimaride, edebiyatta, sporda, bilimde, gündelik hayatta, erkek-egemen, muhafazakar politikalarla ilmek ilmek örülen ve “öteki olan” her birimizin yeşermesine katkıda bulunduğu tecavüz kültürünün, toplumsal bakış açısına yansıyan hali bu durum. Mağdur-suçlayıcı söylemler cinsiyet-eşitsizliği ve ayrımcılık sonucu içselleştirdiğimiz, dışımızdan söylemesek bile “içimizden geçirebildiğimiz” bazıları giyimi, davranışı, düşüncesi, inancı, sosyal konumu, etnik kimliği, cinsel yönelimi, cinsiyeti, mesleği, kendini ifade etme biçimi ile cinsel şiddeti hak edebilir yaklaşımıdır. Cinsel şiddeti bir suç olmaktan çıkaran ve ceza yöntemi haline getiren bu meşrulaştırıcı yaklaşım toplumu oluşturan bireylerin büyük bir kesimi tarafından direk ya da dolaylı (sessizlik, yok sayma, teşvik etme gibi) olarak sahiplenilmezse bunun olumlu sonuçlarını hep birlikte yargı kararlarında, doktor raporlarında, siyasilerin açıklamalarında, öğretmen ve müdürlerin uygulamalarında, bildirimlerde ve şiddet vakalarının düşmesi ile görebiliriz. Çünkü biz sahiplenmezsek kimse de üretmeye-uygulamaya cesaret edemez ama en önce, acil olarak ve samimiyetle kendimizden başlamamız gerekiyor. Adalet istiyorsak “ya hep beraber ya hiçbirimiz” diyebilmemiz ve her bir olaya hak-temelinden yaklaşmayı öğrenmemiz, yeni bir iletişim biçimini kendi dilimizi davranışımızı değiştirerek inşa etmemiz gerekiyor. Güldüğümüz her tecavüz şakasının, sessiz kaldığımız her tecavüz tezahüratının, eleştirmediğimiz her mağdur-suçlayıcı söylemin, inanmadığımız her şiddet beyanının, şiddet görene önyargı ve genellemelerle yaklaştığımız, varsaydığımız her durumun tecavüz kültürünü beslediği gerçeğiyle yüzleşebilirsek meşrulaştırıcı bu söylemlerin kalıplaşmasını da engelleyebiliriz.

Toplum olarak yaşadığımız bir sıkıntı da hafızamız. Yaşanan olaylar gündem oluyor ve iki gün içinde unutuluyor. Sonra benzer bir olay ve yine aynı süreçler… Koruyucu ve önleyici çalışmalar için süreklilik ve sürerlilik önemli. Bu nedenle konuyu gündemde tutmak gerek. Kendi hayat pratiklerimizi, gündelik ilişkilerimizi sorgulamak, şiddeti durdurmak için herkesin yapabileceği şeyler olduğuna odaklanmak lazım. Dediğimiz gibi, infial yaratan bir durumdan sonra konuyu şiddetin pornografisini üreten şekillerde gündemleştirmek; şiddeti oluşturan koşullara odaklanılmasını, çözüm için tartışılmasını, demokratik toplumsal taleplerin oluşturulmasını, kişi ve kurumların kendi sorumluluklarıyla ve sistemle yüzleşmesini ve bizim dönüp kendimize bakmamızı engelliyor. İdam, hadım, ağırlaştırılmış müebbet çığlıkları dışında hiçbir ses duyulmuyor. Fail canavarlaştırılıyor, geri kalan kısma pek bakmak istemiyoruz. Örneğin hayatta kalanın sağaltılması, güçlendirilmesi vb. konulara yaklaşım tartışılmalı. Cezasızlık dediğimiz şeyin ne olduğunu ortaya koymalıyız. Şiddet pornografisinin üretilmesinin sonu yok ve bunun toplum, bireyler, şiddet gören, kısacası her birimiz üzerindeki olumsuz etkilerine odaklanan çalışma ve yorumlara yer verebiliriz. Değişim için her birimizin yapabilecekleri var bunlara odaklanmalıyız.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.